27 Nisan 2011 Çarşamba

Satranç Dersleri

I
9011uzun bir nehirdir satranç
kıvrak ve uzatarak boynunu
nice güneş batışını  yerinde görmüş boynunu
oysa veba tarihçileri bilmemişlerdir
her karenin bir karşı veba girişimi olduğunu
göğe bezgin bakanların bir türlü  öğrenemediği
bir oyundur satranç
evet ilk aşk gibi bir şeydir ilk açılış
artık dönüş yoktur
kuşku bağışlanmasa da
tedirginlik doğal sayılabilir
ancak
yürümenin dışında bütün eylemlerin adı
kaçış kaçış kaçıştır
çapraz özgürlüklerinde filler
acılardan yapılmış bir alanda
ne zaman ki esrirler
yazsak defterlere sığar mıydı
şah açmazında vezirin ölümcül tutkusunu
yerine göre piyon da bir tufandır
içinde hep bir vezir sürekli mahzun
düz gider çapraz vurulur ve uzun uzun
günbatımlarını çağrıştırır
hüznü uçlarından dolanıp
yalın sıçrayışlarıyla piyonlar arasından
ürkek ama cesur ama sevimli
açsa duyargalarını o tarihsel şiire
iyi bir oyuncu en çok atları sever
sen ey atını kaybeden oyuncu
bir ilkyazdan koca bir güzyontan adam
bırak oyunu
artık
öyle bir ıssızlık düşle ki içinde
yeryüzünü kişnesin
bizim atlar
ıı
nicoldu onca oyuncu
oyarak
ette oyuk seyirmesinden
oyun kurarlardı
kaçıp
da süleymandan
kaf dağında otururdu
anka nicoldu
o mağrur gemiler ki açıklarda
güneşin şanla her akşam ufala ufala battığı
suların kabarıp taşarak savrulduğu oradan
kesik bir insan başı gibi taşra düşüp
helak oldular
ün geldi ey iskender
çok acaip gördün ömrün tükendi
geri dön
ürktü
ki endişe
dünyadandır ve hayal hiçtir
sözü onun
…avda
yine geri dön bu son
yoksa öleceksin gurbette
dedi ses ve işitip ağladı
o koca iskender ki
tuhaf matlar yapardı
mat oldu olağan biçimde
artık anlaşılmıştır günün akşamlılığı
kesin mat yok
iyi oyun vardır sadece
ve satranç aslında dalgınların oyunudur
dalgının ölüm karşısındaki sükuneti
düşmana
ölümün dehşetinden korkuludur
eğilip o oyuncu
uzatsa boynunu buyruğa
taşlar sürüldüğünde
kaleyi buyruksuz düşündü mü  kişi
demek ki bütündür sallantıda
demek ki gök de anlaşılmaz bir biçimde ölü
cinayetlerde yeryüzüne paramparça dağılmıştır
aşk ve umut dağılmıştır
koygun bir gece gibi günü kaplayan
sevgilinin gözlerindeki zeytin siyahını
o oylum oylum kabarık şiiri
kaplayan
bir şeyse buyruksuzluk
taşlar sürüldüğünde
alıp kişiyi kayalar çarpar buyruksuzluk
çağı binip
cübbesinden gözükara süvariler çıkaran
o beyaz taş oyuncusunu nerde bulmalı
tutup üzengisinden öpüp koklamalı
ııı
söyleyelim eBİR
ha
in
dir
eSekiz yok
yok ayrı bir düşman falan
genç çeri
ey e hattındaki budala
-Tanrım ne saflık-
bir ara dilim sürçse
de at kıskacını anlatsam
desem ki Ha-
derler ki kemik atıyor
köpek resmine bu adam
anlat
apaçık olanı
gecedir halk
etinin önünde anlam
katledilmiştir
vardın
söylemezler otlar
çok sutün düştü
nice bir taş
ne zamana yetiştin
aykırı sür
çalka
de ki ey at kıskacı kabaran
ateş almış ve ey at kıskacı
diye bağırarak
o oyuncu
oynadığında seni
konuş benimle
sana hizmet danışayım
ıv
hüzün
yalındır-dağdan
aparılmış kar topakları gibi
yel ki ince
ipince bir teldir kopmuştur
insan
azar azar kopmuştur
yalnız hüznü vardır kalbi olanın
hüzün öylece orta yerdedir
tuhaf bir yarma yaşanıyordur
çepçevre şeytan kilitleri
sınav
v
bir oyuna rasgeldim
her taşı yakup hüznü
anlat
bu boşalmış at
hüzündür
yanında
kalfa
çırak
ben bir oyuncu tanıdım
daha
ataktı
gördüm ki çatlıyordu
kara kuzgun
kabusa beyaz bir su
oyuluyordu
‘ve sabır
olmasaydı
yeryüzünde
birgün
kalınabilir miydi?’

bu hüznün
mesnevisi yazılmadı
gürbüz tarhlar öldü
o ceylanda
bir kaç minyatür
mütekeddir
-de bana bu esrime
bu koygun minyatür yalnızlığından
başka nedir-oysa
kocamandır aşk
usanç
hep eksiler alanında
olup biten bir şeydir
parçala bu trajik geçidi
o taşı sür ey insan
taşı taş-çünkü saat
sınanan bir süreçtir ve atlar
yanıldıklarında
kaygan
o karangu duvarına çarpıp kuşkunun
düşer ölü atlar
çünkü satrançta
çünkü orada ve burada
her zaman
öğretidir zaman
aşkın da
katları vardır-kadim
kabarık bir öyküdür alınyazısı
ey aşk
elbet başındasındır bela kitabının
ne çok dilin var
gece ki anlamadı
şu anda
o
ibrahim ve ishak
yargıç yok taşı kim atacak
leyla bilmez mi gerekli olduğunu
diye döğünüp duran
gece ki ey gece
o külli aynalar
seni ararlar
ıssız bir hat fotoğrafın
dan sana çıktım
oynanan
göstermelik bir sonoyunuydu
aldandın
ağır taşlar verdik
…ve ay seni bulduğunda
yani ki kanıtladığında kendini
ben
müthiş bir başlık atacağım
şiirime
sevgili gecem diye
vıı
şebçerağ
söndü mü
diye bir ses
sahi şebçerağ nerde
iskender! iskender!
diye bir ünlem
bu nasıl iskender
aramaz bengisuyu
diye bir hüzün
‘hişt! dostlarıma şunu haber ver
denize açıldım
ve gemim parça parça oldu’
diye bir im
denli narindir intikam
intikam içli bir marştır gerçekte
bir ara ses aygıtını yırtarak çıkarılırdı
o şimdi
dışlanmış bir taş olarak
karlı kış gecelerinde
acılı bir genç şairin her geçişte
hüznüne tanık olduğu
metruk bir kümbet denli müşahhas
aşktır-ve o
ne rahim bir yürüyüştür gecede
(o yıllar bir ressam tanırdım
gök çizemezdi
yüksek evler yapardı yitik kadın yüzleri- bir güm
o kentin
-tarihsel bir kenttir-
o çarşısındaki hasır iskemleli kahvede
onu bir cenini çizerken ağlar gördüm
bütün öğeleri belliydi ama neden gözsüz
ama neden bir kaleden artmış kapı  tokmağı gibi
ıssız ve dokunaklı
diye sormadım çünkü ben
ağlayanları severim ve güzeldir ağlamak
denebilir ki-
bir insan en çok ağlarken güzeldir
vakit de akşamdı dışarda kar vardı
kar yüzyıllardır alabildiğine vardı
insanlar doğar konardı konar göçerdi
sonra o bütün resimlerini yırttı-
birden kaybolmuştu
arıyor diye duydum bir şeyi
çağın unutturmak istediği
belki derin bir gök resmini
ye’si biçen o eşsiz kılıncı  gürbüz hamleyi)
bu taşı da sürüyorum
koyar gibi o güzel yapının  üstüne
ya da komaz gibi taş üstüne taş
(ben daha çok taşları mı  anlıyorum nedir
ve nedir taş-
çakmak taşı satranç taşı
sapan taşı göktaşı)
reddetmek gerekiyor kimi taşları  ve şeyleri
sözgelimi sapan taşını
-o göz çıkarır sadece-
ortadaki gökkasabı gökdeleni
tanrısız tecimevlerini caminin hemen önündeki
ana caddedeki aykırı kadın salınışını
yanlış konumunu gülün evlerde bahçelerde
ve hatta parklarını bile bu taş mekanın
reddetmek gerekiyor
çağa çıktığımda
kan- çoğalan bir suret ve kendini
ta içerlerde bir yerin üşüyor-duymuyormusundur
yinelenir durur -şu sanki ne diye- akşam ki
dönüp nefsini içine tuttuğun yüzündür
senin yüzün -paramparça
bölük pörçüktür
şu kuytu kalabalıkta
şu yalnızlıkta
ivedi ve kirlisarı
dişiliğini kullanıyordur kuşku
lüks oteller gibi kuşku
kuşku
(çağı deştiğimde
o yüz
diyor yoruldum -aynalar
gösterebilir mi hiç -bana sonumu
nedensiz başladım oyunculuğa
bitireceğim raslantıyla -oyunumu
dostlarım da
var -intiharlar
her akşam ıslak-yapışkan
saçlarıyla girip odama
paniğimden pay toplarlar)
azaldı
halk içinde yüzdeki ben gibiler
eldeki siğile
çıbana -etin yumuşak bir yerinden sökün eden-
döndü halk ve cüzzam ne yürüdü
ve hep bir yaprak değil miyiz ki
bir zaman yarıp çıkmak serüveninde
özdalımızı
topu topu bir mevsimi yaşarız işte
müşa’şa’ bir sonbahar figüranıyız
hepimiz de
ve cüzzam ne gün yürüdü sormalı
değil mi ki ebabil
adil
bir infazın adıdır
ve insan
-ne şu ne bu-
iyioyunundan
sorulmayacak mıdır
vııı
(kıstak)
her dakika
henüz ölmüş gibi ebuzer
kimsesizsindir
içlemin gamevi ay emek
kesik kesik solur
avcının elegözlü nesnesi
kaybettiğin divit -kırdır
faniliğindir o ağaç ki
zekeriya onda saklıydı
yazı ebediyyen vardır
-ortadaki göçük
içerdeki dehşet
pusudaki bungu
kıyım mahzen kan -
çok kandil kırılmış -sanki geç
herşey için – niçin
ertelenir sanır insan herşeyi
öyle sanır – yeniden han
o ölümsüzlük gibi mutantan
taş – düşmüş
vardır – orada nasılsalar öyle
apaçık
kırıktırlar
dili faldır aşkın ey taş
İlhami Çiçek

23 Nisan 2011 Cumartesi

Benim kalbim'de fırtına kar

I

Şimdi mevsim bahar
Tomurcuk çiçel dal
Böcekler ve kuşlar
Yar kokuşlu rüzgar
Şimdi mevsim bahar

Serde şairlik var ya
Tomurcuğu ve dalı
Böcekler ve kuşları
Yeri göğü yedi deryayı
Ufku / ufkun ardını yazsan
Serde şairlik varya

Açmıyor sözden çiçeklerim ah

II

Şöyle bir ağaç yapsan şiirden Mısraları dal dal
Çiçeği masal
Dallarında bülbüller öten
Şöyle bir ağaç yapsam şiirden

Medet ey kırık şiirlerimin dalları meded

III

Söylenmemiş masallardan
Minyatür bahçeleri çalsan
Şiir gülsüz olur mu
şiir
gülsüz
Göz görmemiş elvan gülleri yazsan
Yazsan kadağı'nın nergislerini ve lalelerini
Söylenmemiş masallardan
Minyatür bahçeleri alsan

Dökülürken dört bir yanda
Müslüman çiçekler
Dükülürken beyaz sarı siyah

IV

Şimdi mevsim bahar
Tomurcuk çiçek dal
Böcekler ve kuşler
Yar kokuşlu rüzgar
Şimdi mevsim bahar
Toprak sağıyor güneşin ışıklarını
Gömülen güneşe vah

Şimdi mevsim bahar

Çiçekler ve çocuklar
açarken
dökülüyor
Dökülüyor beyaz sarı siyah

Şimdi mevsim bahar

Neyleyim neyleyim
Benim kalbim'de fırtına kar

15 Nisan 2011 Cuma

Giedecek bir köyü olmak

İnsanın bir gün dönüp gelebileceği bir evi olmalı. Bir köyü, bir mahallesi, eşi dostu, çocukluğunu birlikte geçirdiği arkadaşları, kapısını teklifsiz çalabileceği komşuları... Elinden su içtiği, evinde yemek yediği komşu teyzeleri, hacı anneleri olmalı insanın...
Hayat kekremsi bir tada büründüğünde, gide gide bir duvara dayandığında, içinde kocaman bir boşluk hissedip kendisini sarıp sarmalayacak bir anne kucağına ihtiyaç duyduğunda... Dünyanın bütün derdini kapının dışında bırakıp huzurlu bir uykuya dalmak istediğinde, çalacak bir kapısı olmalı insanın. Sokaklarında, her adımında bir şeyleri yeniden bulmanın hazzını duyacağı, rastladığı herkesten emin olacağı bir mahallesi olmalı. Her nesnenin, duyulan her sesin, kurdun kuşun, börtü böceğin tanıdık olduğu bir yeri... Bir gün dönüyorum dediğinde, kendisini güler yüzle karşılayacak âşinaları olmalı...
Ahmet Turan Alkan, yıllar önce 'Altıncı Şehir'de yazmıştı. Artık insanlar 'Nerelisin?' sorusuna bir tek kelimeyle cevap veremiyor. 'Babam şuralı, annem filan memleketli, ben filan yerde doğmuşum... Şimdi bizimkiler şurada oturuyor...' İnsanın 'memleketim' diyebileceği bir yerinin, 'baba ocağı'nın olmaması ne acı! Doğup büyüdüğümüz şehrin bizdeki anlamı, nüfus kütüğümüzde yazan bir kelimeden ibaret değildir. Orası, bizim mizacımızı yapan coğrafyadır ve istesek de istemesek de o toprağın ruhundan, o insanların çehresinden bir şeyler taşırız hayatımızda. Çocukluk, insanın bütün hayatına yön veren bir dönemse eğer, hayatı idrak ettiğimiz o mekanlar ve içlerine doğduğumuz insanlar, dünyanın neresine gidersek gidelim, içimizde ebedi bir hatıra gibi çalışır durur. Bir gün dönmese bile, orada bir yerde, gidecek bir kapısının olduğunu bilmek, güven veriyor insana.
Her birimiz, çocuk denecek yaşta o cennetten kopuyor ve bir daha dönemiyoruz artık. Yıllar, hem geride bıraktıklarımızdan hem de bizden pek çok şeyi alıp götürüyor, eksiliyoruz. Ve döndüğümüzde yerinde olmuyor pek çok şey... Bütün bütün yersiz, yurtsuz kalıyoruz. Özlemesiz...
Çıkıp geldiğim köye döner miyim, bilmem... Dönsem de dönmesem de orada çocukluğumun geçtiği bir evin, bütün hülyalarımın kaynağı bir mekanın durduğunu bilmek, güven hissi veriyor bana. Bir gün bütün dünyaya küssem, kendimle, yalnız kendimle kalmak istesem, oraya kaçarım gibi geliyor. Eminim, kapısından girdiğimde o ev beni, daha dün ayrılıp gitmişim gibi karşılayacak. Hatıralar dört bir yandan çıkıp gelecek. Yılların tozu kalkacak aradan. Ve ben, kendi ellerimle diktiğim ağaçların gölgesine oturup kendi çocukluğumla söyleşeceğim. Adlarını bilmesem de komşu çocukları 'hoş geldin' diyerek geçecekler önümden. Uzaktan ihtiyarlar el sallayacak, gelip geçen herkesle selamlaşacağım. Ve sokaklarda sonsuz bir emniyet hissiyle dolaşacağım.
Ali Çolak

8 Mart 2011 Salı

Karlı bir gece vakti bir dostu uyandırmak

Benim adım insanların hizasına yazılmıştır.
Hergün yepyeni rüyalarla ödenebilen bir ceza bu.
Keşke yağmuru çağıracak kadar güzel olsaydım
ölüm ve acılar çatsaydı beni
düşüncem yapma çiçekler kadar gösterişli ve parlak
sözlerim ihanete varacak doğrulukta olsaydı.
Anmaya gücüm yetseydi de konuşsaydım
diri-gergin kasları konuşsaydım
"Kardeşler! " deseydim "Kardeşlerim! "
"Bakın yaklaşıyor yaklaşmakta olan
"Bakın yaklaşıyor yaklaşmakta olan
Bakın yaklaşıyor..."
yazık, şairler kadar cesur değilim
çoçukların üşüdükleri anlaşılıyor bütün yaşadıklarımdan
gövdem kuduz yarasalarla birazcık yatışıyor.

Benim gövdem yıllar boyu sevmekle tarazlandı
öyle bir çalımlarla gecenin çitlerinden atlardım
bir güneş sayardım kendimi denizin karşısında
çünkü çam kokularına sürtünüp ağırlaşan ruhların
inanmazdım dosyalara sığacağına
gittikçe ışıldardım dükkanlar kararırken
hüznün o beyaz etrafına sakallarım batardı.

Benim adım bilinen bütün cevapların üstüne mühürlenmiş
ellerim tütsülenmiş
evlerin yeni yıkanmış serin taşlıklarında
dirgenler, bakraçlar, tornavidalar
bende kül, bende kanat, bende gizem bırakmadılar
ve içinden bir baş ağrısı gibi çınlamaktansa
gövdem açık bir hedef kılındı belâlara.
Ve bu yüzden yakışıksız oluyor
insanları hummalı baharlar olarak tanımlamak
ve bu yüzden göğsümde dakikalar
ince parmaklar halinde geziniyor
konvoylar geçiyor meşelikler arasından
bir yaprak kapatıyorum hayatımın nemli taraflarına
ölümden anlayani ciddi bir yaprak
unutulacak diyorum, iyice unutulsun
neden büyük ırmaklardan bile heyecanlıydı
karlı bir gece vakti bir dostu uyandırmak.

İsmet Özel

23 Şubat 2011 Çarşamba

Senin için

meydanlara çık avazın çıktığı kadar bağır bağır bağır, en işlek caddelerden ana yollardan geç aheste aheste, şehrin en kalabalık yerlerinden birilerine çarpa çarpa canhıraş koş, militarist ol, meteryalist ol, hem sağcı ol hem solcu, kimi zaman radikal demokrat ol kimi zaman liberal demokrat, sosyal demokratı benimse arada, dinsel demokrat ol katılımcı demokrat vs vs, hem hepsi ol, hem hiçbiri olma, beklenmedik saçmalıklar yap, beklenmedik akıllıca işler, durup dururken tuhaf sesler çıkar, şarkı söyleme mesela şarkılar hep yalan söylüyor, şiir oku ayet oku kitap oku meydan oku çoğalt çoğalta bildiğin kadar tüm bunları, hiç bir şeyde sınır tanıma kırmızı çizgiler mavi çizgileri geç git, yaşam/ak mı öylede böylede yaşam/ak zor galiba.

22 Şubat 2011 Salı

İyi yola düştüğüm için hep şükrederdim

 
babam hafızdı.
göğsünde dedemden kalma mushafı vardı
hiç mektep medrese görmemişti ama
ezbere bilirdi bütün kainatı
babam hafızdı.

annem ağırdı.
rüzgara bile öptürmemişti saçlarını
hilafet nedir bilmezdi lakin
osmanlıca oturur,osmanlıca kalkardı
annem ağırdı.

kardeşimle ben.
babamı izlerdik kur'an okurken
sabah namazının serinliğinde
gürül gürül akardık doğarken güne
kardeşimle ben.

kızkardeşim ağlardı.
kendine özgü dualarıyla,köşesinde
haya akardı yüzünden
yeryüzü yıkanırdı örtüsünden
kızkardeşim ağlardı.

ben şükrederdim.
babama,anneme,kardeşlerime bakıp
mushafla,gülsuyuyla,gözyaşlarıyla
elimde olmadan iyi yola düştüğüm için
ben şükrederdim.

En bilindik kelimelerden anlaşılmaz şiirler yazacağım


en bilindik kelimelerden
anlaşılmaz şiirler yaacağım,
en bilindik harflerden
anlaşılmaz sözcükler kuracağım.

kimliksiz bir silüet bulacağım kendime
yüzüne çizgiler çizeceğim şairane
saçında hafif kırlar,elinde kalemiyle
düşünceli bir tavır sonra kimsesizce.

kıyılara gideceğim,ayaklarımı denize salacağım
yükselen denize va dalgalara aldırmayacağım
dibime kadar gelen balıklara kıymayacağım
el sallayacağım gemilere,martılarla ahbab olacağım..

böyle değildim diye hayıflanacağım kendime,
üzüleceğim belki de,ağlayacağım yine.
en nefret ettiğim şeyi sigarayı bile,
günde üç pakete,ağzımdan düşürmemecesine.

oturduğum kaldırımlarda ne koparsa avuçlarıma,
utanıp gizleneceğim,uzamış sakallarımın ardına,
ne gitar bilirim,ne saz,ne de türkü çağırma
mutlumusun kemancı kız beni düşürdüğün duruma.

beni gören veletler,deli diye peşimden koşacak
eski filimleri andıran halimi kimse umursamayacak,
sonra elimdeki asada bir işe yaramayacak,
düşeceğim bir yerlerde,bedenim sahipsiz kalacak.

en bilindik kelimelerden,anlaşılmaz şiirler yazdım,
onu bilmeyin diye anlamsızca,kendimi paraladım,
en bilindik harflerden,anlaşılmaz sözcükler karaladım,
nedenini kendime,kendime bile anlatamadım .....

21 Şubat 2011 Pazartesi

(Cemil Meriç`in Lamia Hanıma Yazdığı Mektuplardan Bazı Kesitler )

Ben Ezeli Bir Mağlubum

"Mektuplarını üzülerek okudum. Sen ki son liman, son ümit, son dost, ilk ve son sevgilisin. Sen ki yıldızım, sen ki annem, sen ki çocuğumsun. Acılarımla hırçınlaştığına üzüldüm. Istıraplarım çok mu çirkin, çok mu çocukça? Onları senden mi gizleyeceğim? Sahneye maskeyle çıkmak! Ben aktör değilim. Sesinin tonunda minnacık bir soğuyuş hissettiğim an yokum.

Acılarımın kaynağı sensin, evet ama hayatımın kaynağı da sensin. Senin için ve seninle yaşıyorum. Sen uçuruma yuvarlanırken tutunulan dal, sen vaha, sen bütün hayal kırıklıklarımın dudaklarında ümidleştiği kadın. İki yıl önce bu akşam bir rüyaydınız, bilinmeyendiniz. Sen bütün kitaplardan daha derinsin. Sana yazdığım mektuplardan utanıyorum, kendi kendini oku. Muhammed'e nasıl iman ettiklerini anlıyorum. Tek mucize kelam. Kelam, yani sen."

Biliyorum ki Benimsin

Ve gece bir deniz kızı gibiydi. Şarkılarla başladı yıldız yıldız; köpük köpük. Kah bir çöl rüzgarı gibi yakıcı kah bir çöl gecesi kadar serin. Hangi beste sözün musikisiyle, sözün füsunuyla boy ölçüşebilir. Kelime kanattır, kelime buse. Ve gece bir deniz kızı gibi başladı. Harikulade gözleri vardı gecenin. Ve saçları bir kucak alevdiler ve dudaklarında bütün yaraları kapayan, bütün zilletlerin hatırasını silen bir iksir. Salzburg tuzlalarına atılan kuru dallar, bir zaman sonra bir kristal hevengi olarak çıkartılırmış; artık dal kaybolurmuş, gözleri kamaşırmış insanın. Kainatta farkına vardığımız her yeni güzellik, bizi hayrete düşüren bir keşif olup çıkar. Aa, deriz, tıpkı onun sesi, tıpkı onun bakışı, tıpkı onun kahkahası. Kristalizasyon yüzünden günün birinde kendi yarattığımız bir hayale aşık olduğumuzu, hayretler içinde görürüz. Tecrübe güvensizlik yaratır. Gittikçe kristalizasyon kabiliyetimiz azalır. İkinci aşk, yozlaşmış bir aşktır. Aşkın hazları, ilham ettiği korkular ölçüsünde büyüktür. Yalnız seninim. Ve yalnız beni düşündüğün müddetçe aşkımızın ömrü ebedidir. Büyüyü ancak ihanetin bozar. Manevi ihanetin. Bir an için gözbebeklerinde raksedecek herhangi bir yabancı hayal, o zaman bu rüya bir kabusa döner ve bir uçurumun kıyısında uyanırsın.

Mektupların Büyülü Bir ayna

Kendimi bir mektupta seyrettim. Büyülü bir ayna idi bu. Bu aynada bütün paslarından arınmış ve tanrılaşmış bir Cemil Meriç vardı. Senin Cemil'in. Bu aynada ikimiz vardık. Eriyen, dağılan, kaynaşan ikimiz. Abélard ile Héloise'i hatırladım. Geçen devirlerde yaşamak, yani derinleşmek ve ömrü alabildiğine uzatmak. Başka ülkelerde yaşamak, başka insanlarla acı çekmek, başka insanlarla gülmek. Damlayken denizleşmek. Ve an'a edebiyeti sığdırmak. Kalbini bütün heyecanlara açmak. Yani sınır taşlarını devirmek, çağların ve politikaların sınır taşlarını. Bütün insanlığı aynı büyük aşk içinde birleştirmek. Sanat, en yüce sanat, bir "communion" değil midir? Sanatçının tek vazifesi vardır bence: insanları birbirine sevdirmek. İki insanı veya iki milyar insanı. Sanat bir heyecan seyyalesiyle kilometrelerin ve asırların ayırdığı kalpleri birleştiren büyüdür. Karanlıklardayım. Ve cinnetin sesi yüzümü kamçılıyor; bir baykuş kahkahası, bir kobra ıslığı... Karanlıklardayım. Zindanımı aydınlatan tek ışık cıvıltılarınızdı. Yıldızım benim. Ve uzaklardasınız. Çöldeki kumlar gibi susuzum, canım benim, çatlayan topraklar gibi susuzum. Ve mektupların nisan yağmuru. Hind'in turnaları gökkubbeden dökülen damlaları toprağa düşmeden içerlermiş. Kelimeler alnımı, ruhumu serinleten birer buse. Onları senin ellerin yazmış, güzel ellerin. Bir afyonkeş gibi akşamı bekliyorum. Postacı geç uğruyor.. Bu acılar saadetin gölgesi, bu acılar vuslatın dikenli yolu. Bu acılar araf. Sen yıldızlarla dostsun, kumsalda böceklerin vardı. İnsanlar yabancıydı senin için, benim için düşman. İkimiz de gurbetteydik. Karşılaşsak tanıyamazdık birbirimizi, bana gülümsemezdin, ben çekinirdim yanına yaklaşmağa, hisarım, gururdu.

Sizde İdeali bulamadığım Zaman

Bir uçurum gibi büyüyen sükut, hayattan, ışıktan, ümitten kopuş. Nihayet gönlüme baharı getiren sesiniz. Kırık bir tekne, karanlık bir deniz. Ufukta siz olmasanız hayat denen bu yolculuk, bu rezil, bu pespaye, bu komik sürükleniş dayanılmaz bir çile olurdu. Yeniden kendimi buldum mektubunuzda, ömrümün en kederli anları sizi kaybettiğimi sandığım anlardı: Şubat'in ilk günleri, Ankara. Gökkubbenin bütün yıldızları başımda parçalandı ve güneş kahkahalar atarak uzaklaştı ufkumdan ve gece, ıslak, yağlı, isli bir gece bütün benliğimi bir ahtapot gibi kucakladı. Kimsiniz? Otuz yıldır gördüğüm rüya. Arzın bütün mevsimleri vardı mektuplarında, göğün bütün ışıkları vardı. Şimdi yıldız yıldızdı kelimeler, simdi şimşek şimşek. Arada gök kararıyordu. Sonra vuslat gibi güzel bir fecir. Mektupların fırtınayla doluydu, meltemle doluydu, lema ile doluydu, yani Lamiamla doluydu. Kuşlar tarlada mı şakıyorlardı, içimde mi?

Öyle gel ölüm

Ölüm
Püfür püfür bir imbatla ıpılık
Süt kokulu yumuşak çocuk soluklarını terk edip
Anamın şefkatini
Sıcak bakışlarını babamın
İri yeşil gözlerini tutkuyla perdeleyen
Mahur kirpiklerini sevdiğimin
Ulu ve acı sevincini
Ekmeğe kavuşmuş açların
Ve sabah akşam güneşin
O ufku haz tutuşturduğu yerleri
Bir süzülüverişte terk et de
Gelirken bana Öyle gel Ölüm

Gitsin istemezsen gözlerim açık

Penguen

penguen,düşünce özgürlüğü ile düşüncesizlik ve hakareti birbirinden tefrik edemeyecek kadar ham akıllı ve provakatörsünüz. Penguen tasvirleriniz yaşadığınız sefih sufli hayatın akisleri olmaktan öte kendinizi ifade kifayetsizliğinden başka bir şey değil. Bir Allaha inanmıyorsunuz ama etrafınızda ihtiyaç duyduğunuz her şeye secde edip tapıyorsunuz, biz bir Allaha inanıyoruz ve yalnız ona secde ediyoruz.

Ölmek

Şu sıralar beni iyi edecek tek şey bir güzel ölmek galiba
İyi olacağım diyorum Anne ne olur beni anla bana kızma.

Allahım ne yapsam

Allahım ne yapsam yada yapmasam iyi biri olmuyor benden.
kendim için değil, olmak istediklerim için bu yakarışlar.

Bebekliğim mesela hep ama hep ağlayarak geçmiş
Katiyen uslu söz dinleyen bir bebek olamamış benden
Emziğini delmek için saatlerini harcayıp daha sonra
Vay benim emziğim diye delik diye ortalığı velveleye veren türden.

Çocukluğum iyi futbol iyi basketbol oynayamayarak geçti
Her saklambaçta oyun bozarlık yapıp arkadaşlarının yerini ispiyonlayarak,
Revaçta misket oynamak varken mesela ben toprak eşeleyip
Karıncalara karşı hiçte çetin olmayan bir savaşa girmeyi tercih ettim.

Gençliğim başarılı bir öğrenci olamayıp bir sürü emeği yok sayan
İyi bir arkadaş, iyi bir evlat, iyi bir sevgili, iyi bir eş, ve iyi bir baba
Ve daha olamadığım olmak için kılımı dahi kıpırdatmadığım yığınla
İyi hiç bir şey yapamayarak, iyi biri olamayarak geçti.

Şimdilerde yaşım aldı başını gidiyor
İhtimal kök salmayacağım bu dünyada evet bu doğra ama
İhtimal ihtiyarlık evremde cezbetmeyecek çevremdekileri,
İnsanlara aksi çekilmez asık suratlı mız mız mutlu olmadığı için
Etrafa mutsuzluk saçan bir adam olup çıkacağım

Allahım ne yapsam yada yapmasam iyi biri olmuyor benden
kendim için değil olmak istediklerim için bu yakarışlar...

Hurafe


öyle fazla başlamışım ki
bitmez
o kadar çok bitirmişim ki
başlamak mümkün değil
nâmurad ölmekmiş muradım
hiç bir şeyin başlamadığı
bitmediği kadar
balayıp bitmiş herşey
ezelden beri sana geliyor
sonsuza kadar senden gidiyorum
kenetlenmek diye bir hurafeye takmışım kafamı
oysa en fazla sıyırtma geçiliyor
habire ufalanıyorum
sen miydin sıyırıp geçen
ben mi
bildiğim bir şey var
sermayem
kârım
kazancım
nâmurad ölmekmiş muradım

babam

babam geride kalmış çok az güllerden
fakir ve o kadar aşık
fakir ve o kadar mağrur ve o kadar mümin
babam da bir dağ/başı yüksek
başı karlı dumanlı tipili boranlı
sallar geçirmiş deli sulardan
büyük yangınlar söndürmüş
eşkiya atlatmış
hayatın deli akışında yaralar almış
umur görmüş ağlamış bozgun görmüş ağlamış
Allah demiş ağlamış
ahmed ü mahmud ü muhammed demiş ağlamış
babam geride kalmış çok az güllerden